18 Aralık 2015 Cuma

TÜRKİYE’DE FOLKLOR VE MİLLİYETÇİLİK


Arzu Öztürkmen'in 1993 yılında Pennsylvania Üniversitesi, Folklor Bölümü’nde doktora tezi olarak yazdığı  “Folklore and Nationalism in Turkey” tezinin genişletilmiş hali olan Türkiye'de Folklor ve Milliyetçilik kitabı, Türkiye'deki folklor çalışmalarının tarihsel bir analizini sosyolojik olgularla ortaya koyuyor.
Yazar, daha önceki folklor tarihçilerinden farklı olarak iki noktayı özellikle vurguluyor:
1-) Folklorun “kurumsallaşma”  sürecinin “millileşme” süreciyle olan ilişkisini ortaya koymak,
2-) Bu süreç içinde nasıl bir dönemselleştirme yapacağına da açıklık getirmek.
            Yazar: “Çalışmanın temel kaynaklarını erken dönem folklor ve kitapları, Halkevi dergileri, çeşitli festival programları ve dernek tüzüklerini kapsayan bir kütüphane araştırması ile folklorcu ve halk oyunları camiasından kişilerle yürütülen bir sözlü tarih araştırması oluşturmaktadır. “ diye belirtiyor. Kitaptan önemli gördüğüm yerleri sizinle de paylaşmak istedim. 


SON DÖNEM OSMANLI AYDINLARININ FOLKLOR HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
“Folklor,  bağımsız bir araştırma sahası olarak Osmanlı aydınlarının gündemine ‘dil’, ‘millet’, ‘vatan’ ve ‘medeniyet’ kavramlarıyla eşzamanlı olarak girdi. Namık Kemal’den Şinasi’ye, Ziya Gökalp’den Selim Sırrıya kadar uzanan son dönem Osmanlı aydınları, folklorun konusuna ve türlerine dair saptamalar yaptılar ve daha sonra kurumsallaşan Cumhuriyet dönemi folklor araştırmaları için de bir bakıma ‘anahtar’ görevi gördüler. “
 Yazar bu bölümde özellikle dikkate değer bir noktanın altını çiziyor:
“ Folklor tarihçesi dediğimizde nedense aklımıza belli bir yerel tarih içinde kişilerin kendi toplumları, dilleri, sanatlarıyla kurdukları ilişkiler sistemi gelmez. Folklorun tarihçesi hep aydınların yerel topluluklar hakkında ne düşündüğünü inceler, belli bir topluluğun kendi kendisini ifade etme ve temsil etme biçimlerinin tarihsel bir anlatısı şeklinde ortaya çıkmaz. Kısacası, aydınlar tarafından ‘toplanan’ ve ‘derlenen’ folklorun tam da bir şeyleri toplanılan ve derlenilen topluluklar için ne ifade ettiği sorusuyla pek ilgilenmez, bunun tarihsel olarak nasıl bir ilişki ortaya koyduğunu araştırmayı kendi konusu olarak görmez. Bu anlamda, benim çalışmam da daha önceleri yazılan folklor tarihçilerinden büyük bir farklılık taşımıyor.” (s. 20)

“Esasen , Osmanlı aydınlarının dikkatini bir “Türk kimliğinin” üzerine çeken, Türkleri diğer Asyalılardan ayıran faktörlerin izini süren Çin kültürü uzmanları ve şarkiyatçıların araştırmaları oldu.  Tanzimat döneminde birçok aydın yeni yeni oluşan siyasi ve toplumsal fikirlerin daha etkin iletişimi için dilde sadeleşme gereğini vurguladı. Bunların başında Namık Kemal (1840-1888), Şinasi (1826-1871) ve Ziya Paşa (1829-1888) gelir.” (s. 22-23)

“… Namık Kemal, içinde doğaüstü unsurlar barındıran halk edebiyatına hep bir kuşku ve mesafeyle baktı. Bu tavrıyla, Şinasi ya da Ziya Paşa gibi halk edebiyatını değerli bir malzeme olarak gören diğer Tanzimat yazarlarından farklıydı. Şinasi 1863 yılında Durubu Emsal-i Osmaniye adıyla bir atasözleri derlemesi yayınlarken, Ziya Paşa da sade dile kaynak oluşturması açısından âşık edebiyatına dikkat çekmişti.  Bununla beraber, bir folklor araştırmacısının bakış açısından düşünüldüğünde, Namık Kemal’in eserlerinin önemi, üst sınıf bürokrat  elitin ve ayanın tersine, onun toplum ve halk kavramlarına dair bir bilinç oluşturmada öncü bir rol oynamasıdır.” (s.23-24)

“Dil ekseni etrafında yavaş yavaş Osmanlı aydınlarının gündemine giren halk kültürüne duyulan bu ilginin başka bir ayağı da memleketin maddi kültürüyle ilgiliydi. Oryantalistlerin etkisiyle de olsa Osmanlı kültürünü temsil ettiği düşünülen el sanatları zamanla değer kazandı. 1869 yılında Müze-i Hümayun olarak adlandırılacak ilk Osmanlı müzesi 1846’da İstanbul’da açıldı ve değerli birçok  halk sanatı örneği sergilendi; benzer şekilde 1873’de Viyana’da Osmanlı topraklarının kıyafet geleneklerini gösteren bir halk giysileri sergisi açıldı.” (s.24)
“Esasen Türk folkloru hakkındaki ilk araştırmalar yabancı folklorcular tarafından yapıldı. Trakya ve Anadolu’dan derlediği halk edebiyatı malzemesini 1899’da yayınlayan Ignacz Kunos ve gölge tiyatrosu Karagöz üstüne yazan George Jacob erken dönem folklor araştırmalarına katkıda bulunmuş önemli araştırmacılardır. Bunları takiben, Rıza Tevfik’in (1869-1949) dans türlerinin farklı icralarına dikkat çeken makalesi “Memalik-i Osmaniye’de Raks ve Muhtelif Tarzları”, 1909’da ve Mustafa Satı Bey’in etnografya hakkındaki ders notları da 1912’de ‘İlm-i Akvam’ adıyla yayınlandı. Ne var ki, Osmanlı döneminin bizzat adını koyarak folklorla ilgili yazılar üretmesi 1913’den sonra başladı.  Folklorun bağımsız bir disiplin olarak ele aldığı bu yazıların sayısı da oldukça kısıtlıdır. Bunlar arasında en önemlileri belki de Ziya Gökalp’in 1913’de Halka Doğru’da yayınladığı ‘Halk Medeniyeti I, Başlangıç’ adlı makalesi, Rıza Tevfik’in 1914’de Peyam gazetesinin edebi ekinde çıkan ‘Folklor-Folklore’ adlı yazısı, Köprülüzade Mehmet Fuad’ın yine 1914’de İkdam’da yayınlanan ‘Yeni Bir İlim: Halkiyat; Folklore” makaleleri, Selim Sırrı (Tarcan)’nın 1922 yılına ait Terbiye ve Oyun’da çıkan ‘Mürebbiler Arasında Folklor’ adlı yazısı ve Halk Bilgisi Derneği’nde Akçuraoğlu Yusuf Bey tarafından verilen bir konuşmanın 1929’da Yeni Muhit dergisinde yayınlanan ‘Folklor Nedir? (Folklorun Türklerde Tarihçesi)’ adlı dökümünü sayabiliriz.” (s. 24-25)
 Yazarın bu bölümde altını çizdiği en önemli nokta ise, Ziya Gökalp’in, Rıza Tevfik’in, Fuad Köprülü’nün ve Selim Sırrı’nın folklorla ilgili ilk yazılarını onların yazdığı makalelerden alıntılar yaparak değerlendirdiği kısımdır. Bu bağlamda, folklor bu ilk temsilcilerine göre “milli bir vazifedir.”
“Yazarların hemen her biri bu konunun siyasi boyutunu da dikkat çekiyor. Özellikle ‘folklor’ ve ‘ulus’ arasındaki ilişkinin farklı açılardan da olsa altı hep çiziliyor. Rıza Tevfik’e göre folkloru ulusa mal eden temel nokta ‘anonimlik’ ise, Ziya Gökalp’a göre folklor, ‘Türk ulusunun’ özgün kültürünün bozulmadan biriktiği bir depodur. Fuad Köprülü folklorun ulus- devlet idaresi için bilgilendirici hatta ‘istihbarat’ verici rolüne dikkat çeker.” (s.37-38)



FOLKLORUN KURUMSALLAŞMASI: OSMANLI  TÜRKÇÜLÜĞÜNDEN CUMHURİYETİN KÜLTÜR KURUMLARINA GEÇİŞ
 “… (Cumhuriyetin kurulma aşamasındaki aydınlardan bahsediyor) Bu aydınlar, folklor araştırmacısı ya da derlemecisi olmaktan ziyade kültürün uluslaşmasındaki önemli rolüyle ilgilendiler. Rıza Tevfik haricinde her biri yeni kurulan rejime angaje olur ve siyasi arenada faaliyet göstermeye başlarlar. Bunlar arasında Ziya Gökalp bizzat parlamentoda yer almış, Yusuf Akçura ve Fuad Köprülü de Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları gibi devlet destekli kültürel kurumların kuruluşunda bizzat belirleyici olmuşlardır. Bunun yanı sıra çoğunun Osmanlı döneminin Türkçü kurumlarında belli bir geçmişi vardır.” (s. 41)

Türk Derneği
“ 1908’de Yusuf Akçura ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Derneği, faaliyetlerini kültürel Türkçülükle sınırlamıştı. Dernek kendi faaliyetlerini tümüyle ‘bilimsel’ olarak tanımlıyor ve Türk olarak kabul edilen bütün etnik gruplar hakkında tarihsel, dilbilimsel, etnografik ve etnolojik araştırmalara önem veriyordu… Derneğin, İzmir, Kastamonu, hatta Rusçuk ve Budapeşte gibi Osmanlı sınırları dışında kalan yerlerde de şubeleri ve buralarda araştırma yapan Ermeni, Rus ve Macar bilim adamı üyeleri de vardı. Derneğin resmi yayın organı Türk Derneği Dergisi’nde  hem Osmanlı sınırları içerisindeki Türklerin hem de Orta Asya’daki Türki grupların geçmişleri ve bugünlerine ilişkin çeşitli konulara yer veriliyordu.  Bunların arasında, eski Türk dili, Osmanlı Türkçesi’nin basitleştirilmesi ve arındırılması, alfabenin yenilenmesi gereği ve Türkçe’nin aksanı, vezin tekniği ve imlası  konuları üzerine makaleler vardı. Dergi, aynı zamanda, bütün şubelerini halk şarkıları, atasözleri ve halk hikayeleri derlemeye, Türk eşrafının aile tarihi hakkında araştırma yapmaya ve halk hekimliği ve halk şifaları üstüne alan çalışması yönetmeye çağırıyordu. Bu anlamda, folkloru sadece sözlü türlerle sınırlamayıp halk tıbbını da derginin ilgi alanı içine alması diğer ülkelerle kıyaslandığında dikkat çekicidir.” (s. 44-45)

Genç  Kalemler
“Ömer Seyfettin ve Ali Canip’i de içine alan bir başka grup aydın da Genç Kalemler adlı bir dergi etrafında toplandılar. İlk sayısının tarihi bilinmese de derginin ikinci cildi, 1911 Nisan’ında çıktı. Ziya Gökalp’in yazıları aracılığıyla Genç Kalemler , İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bağlarını geliştirdi. Dergi, esasen, Türklük, Osmanlılık, ırk ve millet gibi kavramları irdeleyen günlük siyasi konularda odaklanmasına rağmen, dil reformunun önemini de sık sık vurguluyordu.” (s. 45)

Türk Yurdu Cemiyeti
“1911’de kurulan diğer bir Türkçü dernek ise Türk Yurdu Cemiyeti’dir. YusufAkçura ve arkadaşları tarafından kurulan derneğin kurucu üyelerinin büyük bir çoğunluğu Rusya’dan gelen göçmenlerdi. Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Yurdu isimli dergi aracılığıyla, Osmanlı toprakları dışındaki bütün Türklerin birleşmesi fikrine sahip çıkıyor ve Türk dilinin, yaygın bir eğitim ve yayıncılık ile bu birleşmede anahtar bir rol yüklenebileceğini savunuyordu. Türk Yurdu dergisi de bu bağlamda, farklı Türki gruplara dair küçük etnografik ve coğrafi araştırmaların yayınlanması bir forum sağladı. Ancak, Türk Yurdu Cemiyeti zamanlama olarak  Türk Ocakları’nın açılış hazırlıklarına denk geldiğinden bir süre sonra Türk Ocakları’na dahil olmak zorunda kaldılar.” (s. 46)
 Türk Ocakları
“Resmen 1912 Martı’nda kurulan Türk Ocakları, aslında faaliyetlerine 1911 baharında başladı. 190 Askeri Tıbbiye Mektebi öğrencisi, Mayıs 1911 tarihli bir mektup ile eğitim, tarım, sanayi ve ticaret alanlarında sosyal bir reformun gerekliliğini vurgulayarak zamanın bazı aydınlarına sundular ve Türk Ocakları’na doğru ilk girişimi başlatmış oldular. Türk Ocakları nihayet Mart 1912’de resmen kuruldu. Fakat Balkan Savaşları’nın çıkışı ve Türk Yurdu gibi daha önceden kurulmuş olan diğer kurumların varlığı nedeniyle başlangıçta pek de etkin bir kurum izlenimi bırakmadılar. Türk Ocakları’nın daha etkili ve nüfuzlu bir çizgiye oturması Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) katılımını takip eden günlere rastlar. Amacını, “akvam-ı İslamiyenin bir rükn-ü mühimi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, ictimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve alasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak” olarak belirleyen Türk Ocakları, bu maksatları için çalışırken sadece “milli ve ictimai bir vaziyette” kalarak siyasetle uğraşmayacaklarını ve hiçbir zaman siyasi fırkaların hizmetinde olmayacaklarını da vurguluyorlardı.” (s. 47)
“Türk Ocakları, Cumhuriyet döneminin ilk kongresini 1924 Nisan’ında topladılar. İlk toplantıda bir konuşma yapan Hamdullah Suphi’ye göre, Türk Ocakları’nın iki temel görevi, lisan hudutlarını istilalara karşı koruyarak hem manevi Türk vatanının hem de yeni Türk Devriminin bekçiliğini yapmaktı.” (s.49)
“Türk Ocakları Mesai Programı’nın folklora doğrudan referans veren en önemli bölümü ise Türk kültürünü unutulmaktan ve yok olmaktan korumaya yönelik yapılan önerilerdi. Buna göre, Ocaklar, gelenekleri derlemek, hikayeleri, atasözlerini, halk şarkılarını toplamak, farklı lehçeleri incelemek, yerel dansların tasvirini yapmak ve değişik mezhepler ile göçebe topluluklara dair araştırmalar yapmak hususunda teşvik ediliyorlardı. Ayrıca her şubenin bir ‘hars’ müzesi kurarak yöresinin sanat ve zenaatını sergilemesi, bir ‘ırk’ müzesinde ise geleneksel eşyalara, aletlere ve tarım araçlarına yer verilmesi tavsiye ediliyordu. Program ayrıca, Batı müziğinin ve Batılı spor türlerinin gençler arasında teşvikini ve tıp doktorlarının civar köylere hizmet ve ilaç ulaştırmalarını da tavsiye ediyordu.” (s.51)

“Türk Ocakları, köy yanlısı söylemlerine rağmen köyden ziyade şehir veya kasaba kurumları olmaya devam ettiler. Kemal Karpat’ın deyimiyle, 1930’lara gelindiğinde Türk Ocakları’nın ‘Cumhuriyet hayatının nabzını tutamaz hale gelmiş’ oldukları görünüyordu... Son dönemlerinde Ocaklara yöneltilen başlıca eleştiriler ise kurumun temel amaçlarından uzaklaşmış olduğu ve yeni yeni oluşan diğer ulusal kurumlardan kendilerini tecrit etmiş olmaları üzerine odaklanıyordu. Sonuç olarak, Türk Ocakları, 10 Nisan 1931’de toplanan olağanüstü bir kongreyle, ironik olarak tam da Ankara’daki görkemli merkez binalarının açılışının hemen ertesinde, malları Cumhuriyet Halk Fırkası’na aktarılmak suretiyle feshedildiler.
İç anlaşmazlıklarının yanında, Türk Ocakları’nın feshine gitme kararında bazı başka faktörlerde önemli rol oynadı… Bazı Türk Ocakları üyelerinin alfabe ve kıyafet inkilaplarına taraftar olmadıkları ve Ocakların muhalif Serbest Fırka yanlıları için bir barınak vazifesi gördüğü söylentileri de fesih kararına bir mazeret oluşturdu. Son olarak, 1930 yılı boyunca yer yer baş gösteren dini ayaklanmalar, bizzat Atatürk’ü Ocaklara karşı olumsuz bir tutum takınmaya yöneltti. Bu yıllarda Anadolu’ya yaptığı gezilerde Türk Ocakları’nın değişik şubelerini ziyaret eden Atatürk’ün ‘inkilapların’ önünü kesen isyancılara karşı köylerdeki pasif tutumu eleştirdiği görülür.” (s. 52-53)

Türk Halk Bilgisi Derneği
“… Dernek 1927 Kasım’ında İshak Refet Işıtman, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve İhsan Mavi gibifolklor araştırmacısı ve sosyologlar tarafından kurulmuştur.” (s. 55)
“Halk Bilgisi Derneği’nin en temel amacı, folklor derlemelerini yurt çapında açılacak şubeler aracılığıyla örgütlemek olarak belirlemiştir. ‘Esas Nizamnamesi’nde  de belirtildiği gibi, Dernek ‘müsaade, resmiyesini istihsalinden sonra gazete, kitap, neşir; konfranslar, müsamereler, seyahatlar tertip; mümessilikler ve encümenler teşkil’ etmek ile ‘diğer ilmi müesseselerle münasebata girişmek’ hususlarını da amaçlamaktaydı” (s.56)
“Derneğin 1929 yılından itibaren Halk Bilgisi Haberleri adıyla bir süreli yayına giriştiği görülür… Türk Halk Bilgisi Derneği’nin yeni oluşan Halkevleri’ne katılma kararı alması ve özellikle Fuad Köprülü’nün Eminönü Halkevi’ndeki Edebiyat Şubesi’nin başına geçmesi üzerine Halk Bilgisi Haberleri 1932 yılından itibaren Eminönü Halkevi’nin resmi yayın organı haline geldi.” (s. 61)

HALKEVLERİ VE FOLKLORUN MİLLİLEŞMESİ
“Halkevlerini iki önemli misyonla faaliyete geçtiler. Bunlardan ilki Türk Ocakları ve Köycüler Cemiyeti gibi kökleri Jön Türk Devrimine uzanan bir sosyal reform misyonuydu. Diğeri ise devletin Batılılaşma projesini pratiğe geçirecek sanatsal ve kültürel faaliyetleri başlatmak ve yürütmekti. Bu ikinci misyonun kendi içindeki en önemli ikilemi Batılı kültür formlarını tanıtma ve yaygınlaştırma çabalarını, bir milli kültür repertuarı oluşturmak için yerel derlemelere olan bağımlılıkla uzlaştırma zorunluluğuydu. Bu bağlamda, Halkevlerinin kültürel reforma yönelik faaliyetleri Ziya Gökalp’in ‘hars’ ve ‘medeniyet’ kavramlarının yaşama geçirilmeye çalışıldığı bir proje olarak da görülebilir.” (s.70-71)

“Halkevlerinin resmi kuruluş tarihi 19 Şubat 1932 olarak belirtilir. Kuruluş sürecine yönelik anlatılarda bu yeni örgütlenmenin Türk Ocaklarının-biraz da belli bir baskı altında- 1931’ de fesih kararı vermelerinden sonra, onlara bir tür alternatif olarak oluştuğu vurgulanır. Buna göre, Cumhuriyet reformlarının hayata geçirilmesi ve kültürün millileştirilmesi sürecinde Türk Ocakları’nın yetersiz kalması, daha iyi denetlenebilir yeni bir kurumsal yapının bu rolleri üstlenmesini zorunlu kılmıştı.” (s.71)

“Halkevi dergilerinin ele aldıkları konular da oldukça geniş bir yelpazeye dayanıyordu. En genel hatlarıyla bunlar,  ‘milli’ ve ‘yerel’ temalar olarak gruplandırılabilirdi. ‘Milli’ temaların başında yeni rejimin altı temel ilkesi önemli bir yere sahipti. Özellikle ‘milliyetçilik’ temasına dair hem çeviri hem de özgün yazılara sıkça rastlamak mümkündü. Bunların arasında, Ernest Renan’ın ünlü makalesi ‘What Is a Nation?’ ın çevirisi, Fichte, Voltaire, Rousseau, Kant ve Hegel’e göndermeler yaparak milliyetçiliğin felsefi temellerini inceleyen bir makale ve CHP’nin bakış açısından ‘millet’ ve ‘milliyet’ kavramlarını inceleyen türden yazılar vardı. Daha çok Ülkü ve Fikirler gibi büyük şehirlerde çıkan dergilerde görülen milliyetçilik hakkındaki bu teorik yazıların yanında, yerel Halkevi dergilerinde de milliyetçi nesiller yetiştirmeye yönelik yazılar yer alıyor, hemen her konunun milliyetçilikle bir bağlantısı yapılıyordu. Örneğin ağaç sevgisi üzerine başlayan bir makale kolaylıkla vatan müdafaası temasına kaydırılıyordu.” (s.101-102)
“Reformlara dair Halkevi dergilerinde çıkan yazıların birçoğunda ‘laiklik’ ilkesiyle kadın hakları arasında kuvvetli bir ilişki kurulduğu gözlenebilirdi. Din ve devlet ayrımını vurgulayan makalelerin yanı sıra, İslam dini, modernite ve kadın meselesi arasındaki ilişkiyi ele alan makalelere de sıkça rastlanmaktaydı. Örneğin, Aksu dergisinde çıkan bir yazıda İslam’daki kaderci düşüncenin gelişmenin önünde bir engel teşkil ettiği vurgulanırken bir diğerinde de Türklük kavramı ön plana çıkartılarak: ‘ Ne kazandı isek Türklüğümüzden, ne kaybetti isek dinle idare edilmemizden kaybettik’ denmekteydi” (s.105)

“Halkevi dergilerinde, folkloru doğrudan ele alan birçok makale de yayınlanmıştı. Bu tür makaleleri, dört ana grupta toplamak mümkündür: (1) folklorun teorisi ve metodu (2) köy monografileri (3) halk şiiri, bilmece, masal,fıkra ve halk şarkıları derlemeleri ve (4) halk tiyatrosu ile halk dansları üzerine olan makaleler.” (s.120)
“ Bu dönemde folklora ‘bilimsel metodlarla’ yürüyen bir disiplin ve bu bağlamda da milli devleti kurmada meşru bir temel oluşturacak zengin bir kaynak olarak yaklaşılmıştı. Halkevi dergilerinde folklora dair çıkan makalelerin bir kısmı bu bakımdan, folklorun bilimselliğini ve vaat ettiği potansiyel bilgilerin sınırlarını anlatır. Bu yazıların bir kısmı, Arnold Van Gennep ve Ruth Benedict gibi uluslar arası alanda iyi tanınan folklorcu ve antropologların yazılarının çevirileridir. Bunların yanında Journal of the International Association for Folklore and Ethnology gibi önemli bir folklor dergisinde yer alan makaleler ile Almanya, İsveç, Danimarka ve Norveç’teki folklor arşivlerini tanıtan bir makalede bulunmaktadır.”  (s.121)
“1939 yılında Ülkü’de yayınlanan Pertev Naili Boratav’ın bir makalesi ise Halkevlerinde folklor araştırmalarının nasıl yapılması gerektiği konusunu işler. Burada, Boratav’ın dikkatle altını çizdiği husus derlemelerde izlenecek yöntemin ne olacağıdır.” (s.121)
FOLKLORU MİLLİYETÇİLİKTEN AYRIŞTIRMA ÇABASI: PERTEV NAİLİ BORATAV VAKASI
“1940’lı yıllarda yeniden canlanan Türkçü hareketin iki önemli boyutu vardı. Bunlardan ilki, 40’ların Türkçülüğünün uzun vadeli bir politik program ya da bir araştırma projesi olmaktan ziyade, daha çok ‘duygusal’ bir hareket olmasıydı. Bu duygusallık, dergilere verilen mitolojik isimlere de yansıyor ve neredeyse Ziya Gökalp Türkçülüğünün romantizmini bile geride bırakıyordu. Diğer bir boyut ise, Türkçü hareketin hükümet karşıtı ve savaş yanlısı bir tavır takınmasıydı. 1940’lı yıllar boyunca, Türkçüler, CHP hükümetini savaşa girmeyerek Türk birliğine doğru açılacak bir yayılma şansını kaçırdığı için eleştirdiler.” (s.145-146)
“Türkçüler, solcu entelektüeller ve CHP hükümeti arasındaki üçgende asıl fırtına 1944 yılında gelişen olaylarla koptu. 1944 yılında Orhun dergisinin Mart ve Nisan sayılarında çıkan iki açık mektupta Nihal Atsız, hükümeti Türkçülükten ödün vermek ve komünizm tehlikesine kayıtsız kalmakla suçluyordu. İkinci mektupta kayrılan komünistlerin bizzat adları veriliyor ve bunların arasında o yıllarda Ankara Devlet Konservatuarı’nda görevli Sabahattin Ali ile Ankara Üniversitesi profesörlerinden Pertev Naili Boratav da gösteriliyordu. Atsız aynı zamanda dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’inde komünistleri himaye ettiğini ve bunların görevlerini kötüye kullanmalarına göz yumduğunu ileri sürüyordu. Bu suçlamalar sonunda Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine son verildi. Boratav, Atsız’ın suçlamalarını cevaplayan bir mektup kaleme almakla birlikte Hasan Ali Yücel’in taraftar olmaması yüzünden mektubu yayınlamadı. Nihal Atsız’ı mahkemeye veren Sabahattin Ali oldu. Ne var ki, bu davanın kime daha faydalı olduğu da belirsiz kaldı. Atsız ve yandaşları mahkeme salonu önünde yaptıkları gösterilerle Türkçü fikirlerini ifade etmek için daha geniş bir duyuru alanı bulmuş oldular.” (s.147-148)
Pertev Naili Boratav da 1945 yılında Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanı Enver Ziya Karal’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na yaptığı müracaatla açığa alınırlar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel olmasına rağmen Boratav’ın açığa alınmasını Yücel’de onaylar.  Nisan 1946’da Danıştay kararıyla Boratav’la birlikte Behice Boran ve Niyazi Berkes de görevlerine iade edilirler. Boratav hakkında özellikle miliyetçi dergilerde suçlayıcı yazılar çıkmaya devam eder.  27 Aralık 1947 tarihinde Cebeci’de toplanan bir grup ‘Üniversitemizde komünist profesörler istemiyoruz’  ve ‘Kahrolsun Komünizm’ gibi sloganlarla DTFC önüne gider, hatta rektör Şevket Aziz Kansu’yu rehin alarak ona istifa mektubu imzalatırlar. Lakin bu öğrencilerin hiç biri soruşturmaya uğramaz. Tam tersine Ankara Üniversitesi Senatosu Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav’ı üniversite öğretim üyeliğinden çıkarma cezası verir.  Konu Üniversitelerarası Kurul’a gider ve Kurul bu kararı bozar.

“Ankara Üniversitesi, Üniversitelerarası Kurul’un bozma kararına karşılık Fakülte yönetim kurulunu devreye sokarak bu üç hocanın derslerini tatil eder. Ankara Cumhuriyet Savcılığı basında çıkan yazılar üzerine 1948 Haziran’ında bir soruşturma başlatır. Buna göre, Pertev Naili Boratav 11 ayrı suçlamayla karşı karşıyadır:
(1) Amerika ile İngiltere’yi faşistlikle itham etmek, (2) Türkçülük aleyhinde bulunmak (3) Almanya’da komünist propagandası yaptığı için geri alınmak (4) Komünist olduğu söylenen Ruhi Su ile münasebeti bulunmak (5) Karacaoğlan’ın Türklük ile alakası olmadığını söylemek (6) Hüseyin Rahmi’nin fikirlerini solculuk propagandası için kullanmak (7) Namık Kemal’i milliyetçi olduğu için tenkid etmek (8) Komünist olduğu söylenen Jiro ve Bazen ile seyahate çıkmak (9) Masalların halk, ve destanların aristokrasi sınıfının mahsulü olduğunu söylemek (10) Anadolu isyanlarına alaka göstermek (11) Marksist diye isimlendirilen Yurt- Dünya ve Adımlar dergileriyle ilgisi bulunmak suretiyle yabancı ideolojileri yayarak Türk gençliğine zehir saçmak.” (s.156).

“Boratav’ın ele aldığı ilk tanık grubu onun ‘Türkçülük aleyhinde bulunduğu’ ve ‘Namık Kemal’i milliyetçi olmasından dolayı eleştirdiği’ şeklindeki suçlamalara doğrudan değinen Selahattin Ertürk, Zeynep Dengi, Hikmet Tanyu, Osman Yüksel, Hamdi Atademir, Abdullah Savaşçı ve Bahattin Ögel’den oluşur. Bu tanıklar arasında yalnızca ikisi, Dengi ve Savaşçı, DTFC Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencilerinden olup diğerleri, Tarih ve Felsefe bölümlerine kayıtlı öğrencilerdir. “ (s.167-168)

“Bunlardan birinde Boratav Türkçü ideolojinin folklorun bağımsız bir disiplin olarak gelişmesindeki önemli rolü üzerinde durmaktadır:
            “1908 yılından sonra, Ziya Gökalp’in milliyetçilik ve Türkçülük ideolojisi, folklora, hem de adını zikrederek (Ziya Gökalp bu kelimeyi ‘halkiyat’ diye tercüme eder.) mühim bir yer verdi. Türkçülüğün Esasları adlı makalelerin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş eserinde folklora Milli Edebiyatın ve sosyolojinin kaynakları olarak ehemmiyet verdiği görülür. Keza onun ‘Altın Işık’ adlı masal külliyatı ve Diyerbakır’da çıkardığı ‘Küçük Mecmua’ da masal toplama genç münevverleri teşvik eden, bu işin yollarını ve usullerini gösteren yazısı bu ilim şubesine yaptığı fiili yardımlarını gösterecek mahiyette kıymetli işlerdir.”
Burada Boratav’ın vurguladığı bir diğer husus da Türkçülüğün zaman içinde değişen bir kavram olduğu gerçeğidir.
“…Türkçülük aleyhinde bulunmak da bir suç değildir. Çünkü Türkçülük, fikir tarihimizin bir merhalesindeki milliyetçilik anlayışının adıdır. Bugünkü milliyet anlayışımıza Türkçülük demiyoruz. Dahası var, Ziya Gökalp’in Türkçülük anlayışı da fikri tekamülün muhtelif safhalarında aynı kalmamıştır. O, kendini zamanla tenkit, tashih etmişti. Ziya Gökalp’e Türkçülüğe karşı benden önce ve benim Selahattin Ertürk’le bu konuşmamı yaptığım tarihlerde nice tenkitler yöneltilmiştir.” (s.169-170)

“Benim derlediğim ve neşrettiğim malzeme, halkın hayatının türlü safhalarını ifade eden şiirler, hikayeler, v.s’dir. Bunların içinde tenkit, hiciv, hücüm, mahiyetinde olanlar da şüphesiz bulunur, ama, bunların iğneleri ve alayları mülkiyet fikrine ve ictimai müesseselere karşı değil, zulme, haksızlığa, insanların gülünç ve adi karakterlerine, mesela riyaya, kalpazanlığa, bayalığa ve yalancılığa yöneltilmiştir.” (s. 174)
“Fizik, kozmografya, botanik konuları üzerinde konuşurken konuların veya bunları araştırma metotlarının milli veya gayrı milli olup olmadığını düşünmek kimsenin aklından geçmediği halde, felsefe, sosyoloji, edebiyat konuları üzerinde konuşan ve yazanlar sık sık bu terimleri dillerine dolarlar; çok defa manası iyi anlaşılmayan bu ‘milli’ kelimesi üzerine uzun uzun dil ve kalem savaşları alıp yürür. Milli kelimesinin ‘millet’ isminden Arapça kaideye göre yapılmış ve milletle ilgili şeyler hakkında bir sıfat olması pek tabidir; fakat, çokluk, ondaki bu elle tutulur anlamın yerini pek kaypak, sınırları belirsiz bir anlam alıyor.” (s. 189)

                                           1950’LER TÜRKİYE’SİNDE FOLKLOR ÇALIŞMALARI
 “Folklorun kurumsallaşma profiline bakıldığında, 1950’lerden itibaren tecrübe edilen bir diğer gelişme artık, ‘turizmin’ folklorun yanında önemli bir tema olarak ortaya çıkıyor olmasıydı. Cumhuriyet döneminin idari olarak Anadolu’da yeniden ele aldığı yerleşim birimleri çerçevesinde özellikle bir dernekleşme faaliyeti gözle görülür bir hale geldi. Bunlar, Van Turizm ve Folklor Derneği (1952), Kars Turizm ve Tanıtma Derneği (1954), Konya Kültür ve Turizm Derneği ve Tekirdağ Şarköy Turizm ve Tanıtma Derneği (1959) gibi derneklerdir. “ (s.194)

“…1955 yılında ‘İstişari Türk Folklor Kongresi’ adı altında  bir konferans düzenlenmesi oldu. Aralarında Mahmut Ragıp Gazimihal, Ahmet Kutsi Tecer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Abdülkadir İnan, Vedat Nedim Tör, Behçet Kemal Çağlar, Şerif Baykurt, Cahit Öztelli, İhsan Hınçer, Sadi Yaver Ataman, Halil Cemal Oğultürk ve Sevgi Babaoğlu’nunda bulunduğu bir çok folklorcu bu konferansa katıldılar ve bazı kararlar aldılar. Bu kararlardan en önemlisi milli bir Folklor Enstitüsünün kurulması için Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversite senatolarına başvurulmasıydı. Ayrıca bir folklor kütüphanesi oluşturulması ve halk oyunlarının filme alınması gibi konular da konferansta görüşülen temalar arasındaydı.” (s. 195)

“Öğrencilerin kurduğu folklor kurumları arasında, 1959 yılında açılan ‘Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’ nün de farklı türlere bünyesinde yer vermesi, halk oyunu ve halk müziği gösterileri düzenlemesi ve Folklora Doğru adlı düzenli bir yayını sürdürmesi bakımından anmak gerekir.” (s. 201)

“1961 yılında kurulan ‘Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halkbilimi Topluluğu’ da Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü gibi halk oyunlarının ve halk şarkılarının araştırılması ve sergilenmesine önem verdi, seminerler, kurslar, sergiler ve gösteriler düzenledi. Aynı zamanda, Anadolu’da çeşitli köylere ait araştırmalara dair materyali arşivleyerek düzenli olarak Halkbilimi adlı bir dergi çıkardı.” (s. 206)

“1964 yılının Aralık ayında, bir grup Türk öğrencisinin girişimleriyle ‘Yüksek Tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ adı altında bir geçiş dönemi kurumlaşması yaşandı… ‘Yüksek Tahsil Gençliği Türk Folklor Ensitütüsü Kurma Derneği’ adından da anlaşılacağı gibi, başka ülkelerdeki örnekleri de inceleyerek bir Folklor Enstitüsünün nasıl kurulacağına dair raporlar hazırlamayı amaçlıyordu. Bu doğrultuda, çeşitli sosyolog, psikolog ve folklorcularla görüşmeler yapıldı ve Milli Eğitim, Turizm ve Maliye Bakanlıklarıyla temasa geçildi… Bu hareketlenmenin bir sonucu olarak ‘Milli Folklor Enstitüsü’ 1966 Nisan’ında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir birim olarak kuruldu.” (s.210-211)
“Milli Folklor Enstitüsü’nün kuruluş protokolünde Türkiye ve Türk dünyası ile ilgili bir folklor arşivi kurmak, Türkiye Folklor Atlası,araştırma haritası, Folklor Sözlüğü ve Folklor Ansiklopedisi meydana getirmek, folklorla ilgili monografiler, bibliyografiler, anketler, kılavuz elkitapları, broşürler, kataloglar, sözlükler, ansiklopediler, tanıtma yayınları, plak yayınları, kısa filmler, antolojiler hazırlamak, konferanslar düzenlemek, halk oyunlarına ait incelemeler yapmak ve yaptırmak gibi maddeler yer almaktaydı. Enstitü ayrıca, bilimsel bir dergi yayınlamak, araştırma gezileri tertip etmek, folklor müzeleriyle işbirliği yapmak, uluslar arası kongrelere katılmak, yurtiçi kurumlarla haberleşmek ve malzeme alışverişinde bulunmak ve bir ihtisas kitaplığı kurmayı da taahhüt ediyordu.” (s.211-212)
“Enstitü beş temel bölümden oluşmaktaydı: (1) Manevi Kültür Bölümü (2) Maddi Kültür Bölümü (3) Halk Edebiyatı Bölümü (4) Müzik ve Oyun bölümü (5) Kütüphane, Arşiv ve Yayın Bölümü.” (s. 212)

Milli Folklor Enstitüsü daha sonra Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü adını almıştır.

                                                            HALK OYUNLARININ MİLLİLEŞMESİ
         TÜRKİYE’DE  FOLKLOR ARAŞTIRMALARI İÇİN YENİ BİR GÜNDEME DOĞRU

“Modern etnografi anlayışının, Türkiye’de Cumhuriyet dönemi içinde gelişen ‘tür-merkezcil folklor derlemeciliğinden’ önemli bir farkı vardır. Bu da folkloru yalnızca bir ‘türleri belgeleme’ işlemi olarak görmemesi ve kültürel bir form etrafında yoğunlaşsa bile o formun üretilme sürecinin tüm boyutları ve aktörleriyle cemaat içinde nasıl tecrübe edildiğine, saha araştırmacısının kendi kimliği ve deneyiminin anlatısını da katarak hikayelemesidir.” (s. 273)


*(Künye: 1. Baskı 1998, İletişim Yayınları, İstanbul.)

6 Temmuz 2015 Pazartesi

ALTIN DAL Dinin ve Folklorun Kökeni /James G. Frazer

 Frazer öncelikle bir anlatıyla başlamaktadır kitabına. Bu anlatıya göre: İtalya’da Nemi köyünün üzerindeki uçurumların altında Nemoronsis tapınağı bulunuyordu. Burası Aricia korusu olarak da bilinen bir yerdir. Bu koruda kutsal bir ağaç vardı ve bu ağacın çevresinde elinde kınından çekilmiş kılıcıyla gezinen bir rahip vardı. Sahibinden kaçan bir köle, önce kutsal ağaçtan bir dal kopararak (ki bu dala altın dal denilmektedir) rahible savaşır ve onu öldürebilirse,onun yerine geçer ve yeni rahip o olurdu. Başka bir köle gelip onu öldürünceye kadar onun rahipliğini herkes tanımak zorundaydı?
İşte Frazer kitabında, bu anlatıyı aşağıdaki sorularla okuyarak adeta insanlık tarihinin arkeolojik bilgilerini çıkarmayı amaçlıyordu:Bu sorular şunlardı:
1-) Anlatıda neden bir rahip vardı?Bu rahibin işlevleri nelerdi?
2-) Anlatıda neden kutsal bir ağaç vardı, kutsal olan ruhsaldı da, ve bu ruhsallık nerden kaynaklanıyordu?
3-) Anlatıdaki rahip neden ölüyordu? Ve neden onu öldürebilen rahip olma hakkını kazanabiliyordu?

4-) Ve neden anlatıda rahibi öldürmeden önce bir dal koparılıyordu? Bunun nedeni neydi?

STİTH THOMPSON VE MOTİF İNDEKSİ


Stith Thompson,  birçok yazar tarafından ‘Folklorun Babası’ olarak anılır. Thompson’un asıl rolü folklorun meşruluk kazanmasına, Indiana Üniversitesi’nde bir yer verilmesine ve böylece kendi çalışması ile genç meslektaş ve öğrencilerinin milli sınırlar içinde ve uluslar arası alanda tanınmalarına zemin hazırlamasıdır.[1] O, gerçektende büyük emek isteyen Motif-İndeks çalışmasına 1923 yılında başlamış, 1932-1937 yıllarında ise “Motif-Index of Folk Literature” adlı altı ciltlik çalışmasını yayınlamıştır. Thompson bu çalışmaya kaynaklık eden motif tanımını ise 1946 da yayınladığı The Folktale eserinde açıklamıştır:  “Motif bir masaldaki en küçük unsur olup, bu unsur gelenekte sürekli bir varoluş gücüne sahiptir. Bu güce sahip olabilmek için bu unsur görülmemiş ve çarpıcı bir özelliğe sahip olmak zorundadır.”[2]  Thompson özellikle motif ile tip kavramlarını birbirinden ayırmaya çalışır: Thompson’a göre tip: “halk edebiyatı öğrencileri tarafından gelenekte bağımsız bir varolma kabiliyeti gösteren anlatmaları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Ne kadar karmaşık olursa olsun herhangi bir masal, bağımsız bir anlatma olarak anlatıldığında bir tip olarak değerlendirilir.”[3]
Bu tanımlamalara göre Thompson motifleri öncelikle A’dan Z harfine kadar temel gruplara ayırmış, bu gruplarda kendi aralarında daha alt gruplara ayrılmıştır.[4] Metin Ekici, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı’nın Kuramlar ve Yöntemler bölümünde, Thompson’ın bu sınıflandırmasındaki ana başlıkları aşağıdaki gibi aktarmıştır:
A. Mitolojik Motifler
B. Hayvanlar
C. Yasak (Tabu)
D. Sihir (Büyü)
E. Ölüm
F. Olağanüstülülükler (Harikuladelikler)
G. Devler
H. Denemeler (Sınama, İmtihan Etme)
J. Akıllılar ve Aptallar
K. Aldatmalar
L. Talihin (Kaderin) Tersine Çevrilmesi
M. Geleceği Belirleme
N. Şans ve Kader/ Talih
P. Toplum
Q. Ödüller ve Cezalar
R. Tutsaklar (Esirler) ve Kaçaklar
S. Anormal Zulümler
T. Cinsiyet
U. Hayatın Tabiatı
V. Din
W. Karakter Özellikleri
X. Mizah
Z. Çeşitli Motifler [5]

Örneğin[6] Adem elması ile ilgili motiflerin bulunduğu anlatıları bulmak için ilk durumda, “A. Mythological Motifs (Mitolojik Motifler)” kısmına bakıyoruz. Ardından bu ana başlığın altında bulunan A1300 -A1399 Ordering of Human Life (İnsan Yaşamının Düzenlenişi) alt grubundan “A1319.1 Origin of Adam's apple. Forbidden fruit sticks in Adam's throat” (Adem elmasının kökeni, Adem elmasındaki yasaklanan meyve atıkları) başlığının altında bu konudaki anlatıları görebiliyoruz. 
Özkul Çobanoğlu’nun da ifade ettiği gibi Thompson’un bazen Motif- İndeks’e bazı numaraları atladığı görülür. Bunun nedeni gelecekte ortaya çıkacak olan yeni motiflerin Indeks’e yerleştirilmesine imkan sağlamaktır. [7]









[1]  Dorson, Richeard M (1977), “Folklor’un Babası ‘Stith Thompson”, Çev.Nebi Özdemir, Dünya Halkbilimi Çalışmaları Tarihi, ed: M. Öcal Oğuz vd, 1.b , s.8,Ankara, Milli Folklor Yayınları.
[2] Ekici, Metin (2014), “Kuramlar ve Yöntemler”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed: M. Öcal Oğuz, 11. b, Ankara, Grafiker Yayınları, s. 75.
[3] Ekici, Metin (2014), “Kuramlar ve Yöntemler”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed: M. Öcal Oğuz, 11. b, Ankara, Grafiker Yayınları, s. 76.
[4]  Detaylı bilgi için bkz:  http://www.ruthenia.ru/folklore/thompson/  

[5] Ekici, Metin (2014), “Kuramlar ve Yöntemler”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed: M. Öcal Oğuz, 11. b, Ankara, Grafiker Yayınları, s. 76-77.

[6]  Bu örnek http://www.lib.berkeley.edu/ANTH/find/motif.html web sitesinden alınmıştır.
[7]  Çobanoğlu, Özkul (2008), Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş 1, 4.b, Ankara, Akçağ Yayınları, s.122.