Arzu Öztürkmen'in 1993 yılında Pennsylvania Üniversitesi, Folklor
Bölümü’nde doktora tezi olarak yazdığı
“Folklore and Nationalism in Turkey” tezinin genişletilmiş hali olan Türkiye'de Folklor ve Milliyetçilik kitabı, Türkiye'deki folklor çalışmalarının tarihsel bir analizini sosyolojik olgularla ortaya koyuyor.
Yazar,
daha önceki folklor tarihçilerinden farklı olarak iki noktayı özellikle
vurguluyor:
1-)
Folklorun “kurumsallaşma” sürecinin
“millileşme” süreciyle olan ilişkisini ortaya koymak,
2-)
Bu süreç içinde nasıl bir dönemselleştirme yapacağına da açıklık getirmek.
Yazar: “Çalışmanın temel
kaynaklarını erken dönem folklor ve kitapları, Halkevi dergileri, çeşitli
festival programları ve dernek tüzüklerini kapsayan bir kütüphane araştırması
ile folklorcu ve halk oyunları camiasından kişilerle yürütülen bir sözlü tarih
araştırması oluşturmaktadır. “ diye belirtiyor. Kitaptan önemli gördüğüm yerleri sizinle de paylaşmak istedim.
SON DÖNEM OSMANLI AYDINLARININ
FOLKLOR HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
“Folklor, bağımsız bir araştırma sahası olarak Osmanlı
aydınlarının gündemine ‘dil’, ‘millet’, ‘vatan’ ve ‘medeniyet’ kavramlarıyla
eşzamanlı olarak girdi. Namık Kemal’den Şinasi’ye, Ziya Gökalp’den Selim
Sırrıya kadar uzanan son dönem Osmanlı aydınları, folklorun konusuna ve
türlerine dair saptamalar yaptılar ve daha sonra kurumsallaşan Cumhuriyet
dönemi folklor araştırmaları için de bir bakıma ‘anahtar’ görevi gördüler. “
Yazar bu bölümde özellikle dikkate değer bir
noktanın altını çiziyor:
“
Folklor tarihçesi dediğimizde nedense aklımıza belli bir yerel tarih içinde
kişilerin kendi toplumları, dilleri, sanatlarıyla kurdukları ilişkiler sistemi
gelmez. Folklorun tarihçesi hep aydınların yerel topluluklar hakkında ne
düşündüğünü inceler, belli bir topluluğun kendi kendisini ifade etme ve temsil
etme biçimlerinin tarihsel bir anlatısı şeklinde ortaya çıkmaz. Kısacası,
aydınlar tarafından ‘toplanan’ ve ‘derlenen’ folklorun tam da bir şeyleri
toplanılan ve derlenilen topluluklar için ne ifade ettiği sorusuyla pek
ilgilenmez, bunun tarihsel olarak nasıl bir ilişki ortaya koyduğunu araştırmayı
kendi konusu olarak görmez. Bu anlamda, benim çalışmam da daha önceleri yazılan
folklor tarihçilerinden büyük bir farklılık taşımıyor.” (s. 20)
“Esasen
, Osmanlı aydınlarının dikkatini bir “Türk kimliğinin” üzerine çeken, Türkleri
diğer Asyalılardan ayıran faktörlerin izini süren Çin kültürü uzmanları ve
şarkiyatçıların araştırmaları oldu.
Tanzimat döneminde birçok aydın yeni yeni oluşan siyasi ve toplumsal
fikirlerin daha etkin iletişimi için dilde sadeleşme gereğini vurguladı.
Bunların başında Namık Kemal (1840-1888), Şinasi (1826-1871) ve Ziya Paşa
(1829-1888) gelir.” (s. 22-23)
“…
Namık Kemal, içinde doğaüstü unsurlar barındıran halk edebiyatına hep bir kuşku
ve mesafeyle baktı. Bu tavrıyla, Şinasi ya da Ziya Paşa gibi halk edebiyatını
değerli bir malzeme olarak gören diğer Tanzimat yazarlarından farklıydı. Şinasi
1863 yılında Durubu Emsal-i Osmaniye adıyla
bir atasözleri derlemesi yayınlarken, Ziya Paşa da sade dile kaynak oluşturması
açısından âşık edebiyatına dikkat çekmişti.
Bununla beraber, bir folklor araştırmacısının bakış açısından
düşünüldüğünde, Namık Kemal’in eserlerinin önemi, üst sınıf bürokrat elitin ve ayanın tersine, onun toplum ve halk
kavramlarına dair bir bilinç oluşturmada öncü bir rol oynamasıdır.” (s.23-24)
“Dil
ekseni etrafında yavaş yavaş Osmanlı aydınlarının gündemine giren halk
kültürüne duyulan bu ilginin başka bir ayağı da memleketin maddi kültürüyle
ilgiliydi. Oryantalistlerin etkisiyle de olsa Osmanlı kültürünü temsil ettiği
düşünülen el sanatları zamanla değer kazandı. 1869 yılında Müze-i Hümayun
olarak adlandırılacak ilk Osmanlı müzesi 1846’da İstanbul’da açıldı ve değerli
birçok halk sanatı örneği sergilendi;
benzer şekilde 1873’de Viyana’da Osmanlı topraklarının kıyafet geleneklerini
gösteren bir halk giysileri sergisi açıldı.” (s.24)
“Esasen
Türk folkloru hakkındaki ilk araştırmalar yabancı folklorcular tarafından
yapıldı. Trakya ve Anadolu’dan derlediği halk edebiyatı malzemesini 1899’da
yayınlayan Ignacz Kunos ve gölge tiyatrosu Karagöz üstüne yazan George Jacob
erken dönem folklor araştırmalarına katkıda bulunmuş önemli araştırmacılardır.
Bunları takiben, Rıza Tevfik’in (1869-1949) dans türlerinin farklı icralarına
dikkat çeken makalesi “Memalik-i Osmaniye’de Raks ve Muhtelif Tarzları”,
1909’da ve Mustafa Satı Bey’in etnografya hakkındaki ders notları da 1912’de
‘İlm-i Akvam’ adıyla yayınlandı. Ne var ki, Osmanlı döneminin bizzat adını
koyarak folklorla ilgili yazılar üretmesi 1913’den sonra başladı. Folklorun bağımsız bir disiplin olarak ele
aldığı bu yazıların sayısı da oldukça kısıtlıdır. Bunlar arasında en önemlileri
belki de Ziya Gökalp’in 1913’de Halka Doğru’da yayınladığı ‘Halk Medeniyeti I,
Başlangıç’ adlı makalesi, Rıza Tevfik’in 1914’de Peyam gazetesinin edebi ekinde
çıkan ‘Folklor-Folklore’ adlı yazısı, Köprülüzade Mehmet Fuad’ın yine 1914’de
İkdam’da yayınlanan ‘Yeni Bir İlim: Halkiyat; Folklore” makaleleri, Selim Sırrı
(Tarcan)’nın 1922 yılına ait Terbiye ve Oyun’da çıkan ‘Mürebbiler Arasında
Folklor’ adlı yazısı ve Halk Bilgisi Derneği’nde Akçuraoğlu Yusuf Bey
tarafından verilen bir konuşmanın 1929’da Yeni Muhit dergisinde yayınlanan
‘Folklor Nedir? (Folklorun Türklerde Tarihçesi)’ adlı dökümünü sayabiliriz.”
(s. 24-25)
Yazarın bu bölümde altını çizdiği en önemli
nokta ise, Ziya Gökalp’in, Rıza Tevfik’in, Fuad Köprülü’nün ve Selim Sırrı’nın
folklorla ilgili ilk yazılarını onların yazdığı makalelerden alıntılar yaparak
değerlendirdiği kısımdır. Bu bağlamda, folklor bu ilk temsilcilerine göre
“milli bir vazifedir.”
“Yazarların
hemen her biri bu konunun siyasi boyutunu da dikkat çekiyor. Özellikle
‘folklor’ ve ‘ulus’ arasındaki ilişkinin farklı açılardan da olsa altı hep
çiziliyor. Rıza Tevfik’e göre folkloru ulusa mal eden temel nokta ‘anonimlik’
ise, Ziya Gökalp’a göre folklor, ‘Türk ulusunun’ özgün kültürünün bozulmadan
biriktiği bir depodur. Fuad Köprülü folklorun ulus- devlet idaresi için
bilgilendirici hatta ‘istihbarat’ verici rolüne dikkat çeker.” (s.37-38)
FOLKLORUN KURUMSALLAŞMASI:
OSMANLI TÜRKÇÜLÜĞÜNDEN CUMHURİYETİN
KÜLTÜR KURUMLARINA GEÇİŞ
“… (Cumhuriyetin kurulma aşamasındaki
aydınlardan bahsediyor) Bu aydınlar, folklor araştırmacısı ya da derlemecisi
olmaktan ziyade kültürün uluslaşmasındaki önemli rolüyle ilgilendiler. Rıza
Tevfik haricinde her biri yeni kurulan rejime angaje olur ve siyasi arenada
faaliyet göstermeye başlarlar. Bunlar arasında Ziya Gökalp bizzat parlamentoda
yer almış, Yusuf Akçura ve Fuad Köprülü de Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları
gibi devlet destekli kültürel kurumların kuruluşunda bizzat belirleyici
olmuşlardır. Bunun yanı sıra çoğunun Osmanlı döneminin Türkçü kurumlarında
belli bir geçmişi vardır.” (s. 41)
Türk
Derneği
“
1908’de Yusuf Akçura ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Derneği,
faaliyetlerini kültürel Türkçülükle sınırlamıştı. Dernek kendi faaliyetlerini
tümüyle ‘bilimsel’ olarak tanımlıyor ve Türk olarak kabul edilen bütün etnik
gruplar hakkında tarihsel, dilbilimsel, etnografik ve etnolojik araştırmalara
önem veriyordu… Derneğin, İzmir, Kastamonu, hatta Rusçuk ve Budapeşte gibi
Osmanlı sınırları dışında kalan yerlerde de şubeleri ve buralarda araştırma
yapan Ermeni, Rus ve Macar bilim adamı üyeleri de vardı. Derneğin resmi yayın organı
Türk Derneği Dergisi’nde hem Osmanlı sınırları içerisindeki Türklerin
hem de Orta Asya’daki Türki grupların geçmişleri ve bugünlerine ilişkin çeşitli
konulara yer veriliyordu. Bunların
arasında, eski Türk dili, Osmanlı Türkçesi’nin basitleştirilmesi ve
arındırılması, alfabenin yenilenmesi gereği ve Türkçe’nin aksanı, vezin tekniği
ve imlası konuları üzerine makaleler
vardı. Dergi, aynı zamanda, bütün şubelerini halk şarkıları, atasözleri ve halk
hikayeleri derlemeye, Türk eşrafının aile tarihi hakkında araştırma yapmaya ve
halk hekimliği ve halk şifaları üstüne alan çalışması yönetmeye çağırıyordu. Bu
anlamda, folkloru sadece sözlü türlerle sınırlamayıp halk tıbbını da derginin
ilgi alanı içine alması diğer ülkelerle kıyaslandığında dikkat çekicidir.” (s.
44-45)
Genç Kalemler
“Ömer
Seyfettin ve Ali Canip’i de içine alan bir başka grup aydın da Genç Kalemler
adlı bir dergi etrafında toplandılar. İlk sayısının tarihi bilinmese de
derginin ikinci cildi, 1911 Nisan’ında çıktı. Ziya Gökalp’in yazıları aracılığıyla
Genç Kalemler , İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile bağlarını geliştirdi. Dergi, esasen, Türklük, Osmanlılık, ırk ve
millet gibi kavramları irdeleyen günlük siyasi konularda odaklanmasına rağmen,
dil reformunun önemini de sık sık vurguluyordu.” (s. 45)
Türk
Yurdu Cemiyeti
“1911’de
kurulan diğer bir Türkçü dernek ise Türk Yurdu Cemiyeti’dir. YusufAkçura ve
arkadaşları tarafından kurulan derneğin kurucu üyelerinin büyük bir çoğunluğu
Rusya’dan gelen göçmenlerdi. Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Yurdu isimli dergi aracılığıyla, Osmanlı toprakları dışındaki
bütün Türklerin birleşmesi fikrine sahip çıkıyor ve Türk dilinin, yaygın bir
eğitim ve yayıncılık ile bu birleşmede anahtar bir rol yüklenebileceğini
savunuyordu. Türk Yurdu dergisi de bu bağlamda, farklı Türki gruplara dair
küçük etnografik ve coğrafi araştırmaların yayınlanması bir forum sağladı.
Ancak, Türk Yurdu Cemiyeti zamanlama olarak
Türk Ocakları’nın açılış hazırlıklarına denk geldiğinden bir süre sonra
Türk Ocakları’na dahil olmak zorunda kaldılar.” (s. 46)
Türk Ocakları
“Resmen
1912 Martı’nda kurulan Türk Ocakları, aslında faaliyetlerine 1911 baharında
başladı. 190 Askeri Tıbbiye Mektebi öğrencisi, Mayıs 1911 tarihli bir mektup
ile eğitim, tarım, sanayi ve ticaret alanlarında sosyal bir reformun gerekliliğini
vurgulayarak zamanın bazı aydınlarına sundular ve Türk Ocakları’na doğru ilk
girişimi başlatmış oldular. Türk Ocakları nihayet Mart 1912’de resmen kuruldu.
Fakat Balkan Savaşları’nın çıkışı ve Türk Yurdu gibi daha önceden kurulmuş olan
diğer kurumların varlığı nedeniyle başlangıçta pek de etkin bir kurum izlenimi
bırakmadılar. Türk Ocakları’nın daha etkili ve nüfuzlu bir çizgiye oturması
Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) katılımını takip eden günlere rastlar. Amacını,
“akvam-ı İslamiyenin bir rükn-ü mühimi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi,
ictimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve alasıyla Türk ırk ve dilinin
kemaline çalışmak” olarak belirleyen Türk Ocakları, bu maksatları için
çalışırken sadece “milli ve ictimai bir vaziyette” kalarak siyasetle
uğraşmayacaklarını ve hiçbir zaman siyasi fırkaların hizmetinde olmayacaklarını
da vurguluyorlardı.” (s. 47)
“Türk
Ocakları, Cumhuriyet döneminin ilk kongresini 1924 Nisan’ında topladılar. İlk
toplantıda bir konuşma yapan Hamdullah Suphi’ye göre, Türk Ocakları’nın iki
temel görevi, lisan hudutlarını istilalara karşı koruyarak hem manevi Türk
vatanının hem de yeni Türk Devriminin bekçiliğini yapmaktı.” (s.49)
“Türk
Ocakları Mesai Programı’nın folklora doğrudan referans veren en önemli bölümü
ise Türk kültürünü unutulmaktan ve yok olmaktan korumaya yönelik yapılan
önerilerdi. Buna göre, Ocaklar, gelenekleri derlemek, hikayeleri, atasözlerini,
halk şarkılarını toplamak, farklı lehçeleri incelemek, yerel dansların
tasvirini yapmak ve değişik mezhepler ile göçebe topluluklara dair araştırmalar
yapmak hususunda teşvik ediliyorlardı. Ayrıca her şubenin bir ‘hars’ müzesi
kurarak yöresinin sanat ve zenaatını sergilemesi, bir ‘ırk’ müzesinde ise
geleneksel eşyalara, aletlere ve tarım araçlarına yer verilmesi tavsiye
ediliyordu. Program ayrıca, Batı müziğinin ve Batılı spor türlerinin gençler
arasında teşvikini ve tıp doktorlarının civar köylere hizmet ve ilaç
ulaştırmalarını da tavsiye ediyordu.” (s.51)
“Türk
Ocakları, köy yanlısı söylemlerine rağmen köyden ziyade şehir veya kasaba
kurumları olmaya devam ettiler. Kemal Karpat’ın deyimiyle, 1930’lara
gelindiğinde Türk Ocakları’nın ‘Cumhuriyet hayatının nabzını tutamaz hale
gelmiş’ oldukları görünüyordu... Son dönemlerinde Ocaklara yöneltilen başlıca
eleştiriler ise kurumun temel amaçlarından uzaklaşmış olduğu ve yeni yeni
oluşan diğer ulusal kurumlardan kendilerini tecrit etmiş olmaları üzerine
odaklanıyordu. Sonuç olarak, Türk Ocakları, 10 Nisan 1931’de toplanan
olağanüstü bir kongreyle, ironik olarak tam da Ankara’daki görkemli merkez
binalarının açılışının hemen ertesinde, malları Cumhuriyet Halk Fırkası’na
aktarılmak suretiyle feshedildiler.
İç
anlaşmazlıklarının yanında, Türk Ocakları’nın feshine gitme kararında bazı
başka faktörlerde önemli rol oynadı… Bazı Türk Ocakları üyelerinin alfabe ve
kıyafet inkilaplarına taraftar olmadıkları ve Ocakların muhalif Serbest Fırka
yanlıları için bir barınak vazifesi gördüğü söylentileri de fesih kararına bir
mazeret oluşturdu. Son olarak, 1930 yılı boyunca yer yer baş gösteren dini
ayaklanmalar, bizzat Atatürk’ü Ocaklara karşı olumsuz bir tutum takınmaya
yöneltti. Bu yıllarda Anadolu’ya yaptığı gezilerde Türk Ocakları’nın değişik
şubelerini ziyaret eden Atatürk’ün ‘inkilapların’ önünü kesen isyancılara karşı
köylerdeki pasif tutumu eleştirdiği görülür.” (s. 52-53)
Türk
Halk Bilgisi Derneği
“…
Dernek 1927 Kasım’ında İshak Refet Işıtman, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve İhsan
Mavi gibifolklor araştırmacısı ve sosyologlar tarafından kurulmuştur.” (s. 55)
“Halk
Bilgisi Derneği’nin en temel amacı, folklor derlemelerini yurt çapında açılacak
şubeler aracılığıyla örgütlemek olarak belirlemiştir. ‘Esas
Nizamnamesi’nde de belirtildiği gibi,
Dernek ‘müsaade, resmiyesini istihsalinden sonra gazete, kitap, neşir;
konfranslar, müsamereler, seyahatlar tertip; mümessilikler ve encümenler
teşkil’ etmek ile ‘diğer ilmi müesseselerle münasebata girişmek’ hususlarını da
amaçlamaktaydı” (s.56)
“Derneğin
1929 yılından itibaren Halk Bilgisi
Haberleri adıyla bir süreli yayına giriştiği görülür… Türk Halk Bilgisi
Derneği’nin yeni oluşan Halkevleri’ne katılma kararı alması ve özellikle Fuad
Köprülü’nün Eminönü Halkevi’ndeki Edebiyat Şubesi’nin başına geçmesi üzerine Halk Bilgisi Haberleri 1932 yılından
itibaren Eminönü Halkevi’nin resmi yayın organı haline geldi.” (s. 61)
HALKEVLERİ VE FOLKLORUN
MİLLİLEŞMESİ
“Halkevlerini
iki önemli misyonla faaliyete geçtiler. Bunlardan ilki Türk Ocakları ve
Köycüler Cemiyeti gibi kökleri Jön Türk Devrimine uzanan bir sosyal reform
misyonuydu. Diğeri ise devletin Batılılaşma projesini pratiğe geçirecek
sanatsal ve kültürel faaliyetleri başlatmak ve yürütmekti. Bu ikinci misyonun
kendi içindeki en önemli ikilemi Batılı kültür formlarını tanıtma ve
yaygınlaştırma çabalarını, bir milli kültür repertuarı oluşturmak için yerel
derlemelere olan bağımlılıkla uzlaştırma zorunluluğuydu. Bu bağlamda,
Halkevlerinin kültürel reforma yönelik faaliyetleri Ziya Gökalp’in ‘hars’ ve
‘medeniyet’ kavramlarının yaşama geçirilmeye çalışıldığı bir proje olarak da
görülebilir.” (s.70-71)
“Halkevlerinin
resmi kuruluş tarihi 19 Şubat 1932 olarak belirtilir. Kuruluş sürecine yönelik
anlatılarda bu yeni örgütlenmenin Türk Ocaklarının-biraz da belli bir baskı
altında- 1931’ de fesih kararı vermelerinden sonra, onlara bir tür alternatif
olarak oluştuğu vurgulanır. Buna göre, Cumhuriyet reformlarının hayata
geçirilmesi ve kültürün millileştirilmesi sürecinde Türk Ocakları’nın yetersiz
kalması, daha iyi denetlenebilir yeni bir kurumsal yapının bu rolleri
üstlenmesini zorunlu kılmıştı.” (s.71)
“Halkevi
dergilerinin ele aldıkları konular da oldukça geniş bir yelpazeye dayanıyordu.
En genel hatlarıyla bunlar, ‘milli’ ve
‘yerel’ temalar olarak gruplandırılabilirdi. ‘Milli’ temaların başında yeni
rejimin altı temel ilkesi önemli bir yere sahipti. Özellikle ‘milliyetçilik’
temasına dair hem çeviri hem de özgün yazılara sıkça rastlamak mümkündü.
Bunların arasında, Ernest Renan’ın ünlü makalesi ‘What Is a Nation?’ ın
çevirisi, Fichte, Voltaire, Rousseau, Kant ve Hegel’e göndermeler yaparak
milliyetçiliğin felsefi temellerini inceleyen bir makale ve CHP’nin bakış
açısından ‘millet’ ve ‘milliyet’ kavramlarını inceleyen türden yazılar vardı.
Daha çok Ülkü ve Fikirler gibi büyük şehirlerde çıkan dergilerde görülen
milliyetçilik hakkındaki bu teorik yazıların yanında, yerel Halkevi
dergilerinde de milliyetçi nesiller yetiştirmeye yönelik yazılar yer alıyor,
hemen her konunun milliyetçilikle bir bağlantısı yapılıyordu. Örneğin ağaç
sevgisi üzerine başlayan bir makale kolaylıkla vatan müdafaası temasına
kaydırılıyordu.” (s.101-102)
“Reformlara
dair Halkevi dergilerinde çıkan yazıların birçoğunda ‘laiklik’ ilkesiyle kadın
hakları arasında kuvvetli bir ilişki kurulduğu gözlenebilirdi. Din ve devlet
ayrımını vurgulayan makalelerin yanı sıra, İslam dini, modernite ve kadın
meselesi arasındaki ilişkiyi ele alan makalelere de sıkça rastlanmaktaydı.
Örneğin, Aksu dergisinde çıkan bir
yazıda İslam’daki kaderci düşüncenin gelişmenin önünde bir engel teşkil ettiği
vurgulanırken bir diğerinde de Türklük kavramı ön plana çıkartılarak: ‘ Ne
kazandı isek Türklüğümüzden, ne kaybetti isek dinle idare edilmemizden
kaybettik’ denmekteydi” (s.105)
“Halkevi
dergilerinde, folkloru doğrudan ele alan birçok makale de yayınlanmıştı. Bu tür
makaleleri, dört ana grupta toplamak mümkündür: (1) folklorun teorisi ve metodu
(2) köy monografileri (3) halk şiiri, bilmece, masal,fıkra ve halk şarkıları
derlemeleri ve (4) halk tiyatrosu ile halk dansları üzerine olan makaleler.”
(s.120)
“
Bu dönemde folklora ‘bilimsel metodlarla’ yürüyen bir disiplin ve bu bağlamda
da milli devleti kurmada meşru bir temel oluşturacak zengin bir kaynak olarak
yaklaşılmıştı. Halkevi dergilerinde folklora dair çıkan makalelerin bir kısmı
bu bakımdan, folklorun bilimselliğini ve vaat ettiği potansiyel bilgilerin
sınırlarını anlatır. Bu yazıların bir kısmı, Arnold Van Gennep ve Ruth Benedict
gibi uluslar arası alanda iyi tanınan folklorcu ve antropologların yazılarının
çevirileridir. Bunların yanında Journal
of the International Association for Folklore and Ethnology gibi önemli bir
folklor dergisinde yer alan makaleler ile Almanya, İsveç, Danimarka ve
Norveç’teki folklor arşivlerini tanıtan bir makalede bulunmaktadır.” (s.121)
“1939
yılında Ülkü’de yayınlanan Pertev Naili Boratav’ın bir makalesi ise
Halkevlerinde folklor araştırmalarının nasıl yapılması gerektiği konusunu
işler. Burada, Boratav’ın dikkatle altını çizdiği husus derlemelerde izlenecek
yöntemin ne olacağıdır.” (s.121)
FOLKLORU MİLLİYETÇİLİKTEN
AYRIŞTIRMA ÇABASI: PERTEV NAİLİ BORATAV VAKASI
“1940’lı
yıllarda yeniden canlanan Türkçü hareketin iki önemli boyutu vardı. Bunlardan
ilki, 40’ların Türkçülüğünün uzun vadeli bir politik program ya da bir
araştırma projesi olmaktan ziyade, daha çok ‘duygusal’ bir hareket olmasıydı.
Bu duygusallık, dergilere verilen mitolojik isimlere de yansıyor ve neredeyse
Ziya Gökalp Türkçülüğünün romantizmini bile geride bırakıyordu. Diğer bir boyut
ise, Türkçü hareketin hükümet karşıtı ve savaş yanlısı bir tavır takınmasıydı.
1940’lı yıllar boyunca, Türkçüler, CHP hükümetini savaşa girmeyerek Türk
birliğine doğru açılacak bir yayılma şansını kaçırdığı için eleştirdiler.”
(s.145-146)
“Türkçüler,
solcu entelektüeller ve CHP hükümeti arasındaki üçgende asıl fırtına 1944
yılında gelişen olaylarla koptu. 1944 yılında Orhun dergisinin Mart ve Nisan
sayılarında çıkan iki açık mektupta Nihal Atsız, hükümeti Türkçülükten ödün
vermek ve komünizm tehlikesine kayıtsız kalmakla suçluyordu. İkinci mektupta
kayrılan komünistlerin bizzat adları veriliyor ve bunların arasında o yıllarda
Ankara Devlet Konservatuarı’nda görevli Sabahattin Ali ile Ankara Üniversitesi
profesörlerinden Pertev Naili Boratav da gösteriliyordu. Atsız aynı zamanda
dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’inde komünistleri himaye ettiğini
ve bunların görevlerini kötüye kullanmalarına göz yumduğunu ileri sürüyordu. Bu
suçlamalar sonunda Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki görevine son verildi. Boratav,
Atsız’ın suçlamalarını cevaplayan bir mektup kaleme almakla birlikte Hasan Ali
Yücel’in taraftar olmaması yüzünden mektubu yayınlamadı. Nihal Atsız’ı
mahkemeye veren Sabahattin Ali oldu. Ne var ki, bu davanın kime daha faydalı
olduğu da belirsiz kaldı. Atsız ve yandaşları mahkeme salonu önünde yaptıkları
gösterilerle Türkçü fikirlerini ifade etmek için daha geniş bir duyuru alanı
bulmuş oldular.” (s.147-148)
Pertev
Naili Boratav da 1945 yılında Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanı Enver
Ziya Karal’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na yaptığı müracaatla açığa alınırlar.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel olmasına rağmen Boratav’ın açığa
alınmasını Yücel’de onaylar. Nisan
1946’da Danıştay kararıyla Boratav’la birlikte Behice Boran ve Niyazi Berkes de
görevlerine iade edilirler. Boratav hakkında özellikle miliyetçi dergilerde
suçlayıcı yazılar çıkmaya devam eder. 27
Aralık 1947 tarihinde Cebeci’de toplanan bir grup ‘Üniversitemizde komünist
profesörler istemiyoruz’ ve ‘Kahrolsun
Komünizm’ gibi sloganlarla DTFC önüne gider, hatta rektör Şevket Aziz Kansu’yu
rehin alarak ona istifa mektubu imzalatırlar. Lakin bu öğrencilerin hiç biri
soruşturmaya uğramaz. Tam tersine Ankara Üniversitesi Senatosu Behice Boran,
Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav’ı üniversite öğretim üyeliğinden çıkarma
cezası verir. Konu Üniversitelerarası
Kurul’a gider ve Kurul bu kararı bozar.
“Ankara
Üniversitesi, Üniversitelerarası Kurul’un bozma kararına karşılık Fakülte
yönetim kurulunu devreye sokarak bu üç hocanın derslerini tatil eder. Ankara
Cumhuriyet Savcılığı basında çıkan yazılar üzerine 1948 Haziran’ında bir
soruşturma başlatır. Buna göre, Pertev Naili Boratav 11 ayrı suçlamayla karşı
karşıyadır:
(1)
Amerika ile İngiltere’yi faşistlikle itham etmek, (2) Türkçülük aleyhinde
bulunmak (3) Almanya’da komünist propagandası yaptığı için geri alınmak (4)
Komünist olduğu söylenen Ruhi Su ile münasebeti bulunmak (5) Karacaoğlan’ın
Türklük ile alakası olmadığını söylemek (6) Hüseyin Rahmi’nin fikirlerini
solculuk propagandası için kullanmak (7) Namık Kemal’i milliyetçi olduğu için
tenkid etmek (8) Komünist olduğu söylenen Jiro ve Bazen ile seyahate çıkmak (9)
Masalların halk, ve destanların aristokrasi sınıfının mahsulü olduğunu söylemek
(10) Anadolu isyanlarına alaka göstermek (11) Marksist diye isimlendirilen
Yurt- Dünya ve Adımlar dergileriyle ilgisi bulunmak suretiyle yabancı
ideolojileri yayarak Türk gençliğine zehir saçmak.” (s.156).
“Boratav’ın
ele aldığı ilk tanık grubu onun ‘Türkçülük aleyhinde bulunduğu’ ve ‘Namık Kemal’i
milliyetçi olmasından dolayı eleştirdiği’ şeklindeki suçlamalara doğrudan
değinen Selahattin Ertürk, Zeynep Dengi, Hikmet Tanyu, Osman Yüksel, Hamdi
Atademir, Abdullah Savaşçı ve Bahattin Ögel’den oluşur. Bu tanıklar arasında
yalnızca ikisi, Dengi ve Savaşçı, DTFC Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
öğrencilerinden olup diğerleri, Tarih ve Felsefe bölümlerine kayıtlı
öğrencilerdir. “ (s.167-168)
“Bunlardan
birinde Boratav Türkçü ideolojinin folklorun bağımsız bir disiplin olarak
gelişmesindeki önemli rolü üzerinde durmaktadır:
“1908 yılından sonra, Ziya Gökalp’in
milliyetçilik ve Türkçülük ideolojisi, folklora, hem de adını zikrederek (Ziya
Gökalp bu kelimeyi ‘halkiyat’ diye tercüme eder.) mühim bir yer verdi. Türkçülüğün
Esasları adlı makalelerin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş eserinde
folklora Milli Edebiyatın ve sosyolojinin kaynakları olarak ehemmiyet verdiği
görülür. Keza onun ‘Altın Işık’ adlı masal külliyatı ve Diyerbakır’da çıkardığı
‘Küçük Mecmua’ da masal toplama genç münevverleri teşvik eden, bu işin
yollarını ve usullerini gösteren yazısı bu ilim şubesine yaptığı fiili
yardımlarını gösterecek mahiyette kıymetli işlerdir.”
Burada
Boratav’ın vurguladığı bir diğer husus da Türkçülüğün zaman içinde değişen bir
kavram olduğu gerçeğidir.
“…Türkçülük
aleyhinde bulunmak da bir suç değildir. Çünkü Türkçülük, fikir tarihimizin bir
merhalesindeki milliyetçilik anlayışının adıdır. Bugünkü milliyet anlayışımıza
Türkçülük demiyoruz. Dahası var, Ziya Gökalp’in Türkçülük anlayışı da fikri
tekamülün muhtelif safhalarında aynı kalmamıştır. O, kendini zamanla tenkit,
tashih etmişti. Ziya Gökalp’e Türkçülüğe karşı benden önce ve benim Selahattin
Ertürk’le bu konuşmamı yaptığım tarihlerde nice tenkitler yöneltilmiştir.”
(s.169-170)
“Benim
derlediğim ve neşrettiğim malzeme, halkın hayatının türlü safhalarını ifade
eden şiirler, hikayeler, v.s’dir. Bunların içinde tenkit, hiciv, hücüm,
mahiyetinde olanlar da şüphesiz bulunur, ama, bunların iğneleri ve alayları
mülkiyet fikrine ve ictimai müesseselere karşı değil, zulme, haksızlığa,
insanların gülünç ve adi karakterlerine, mesela riyaya, kalpazanlığa, bayalığa
ve yalancılığa yöneltilmiştir.” (s. 174)
“Fizik,
kozmografya, botanik konuları üzerinde konuşurken konuların veya bunları
araştırma metotlarının milli veya gayrı milli olup olmadığını düşünmek kimsenin
aklından geçmediği halde, felsefe, sosyoloji, edebiyat konuları üzerinde
konuşan ve yazanlar sık sık bu terimleri dillerine dolarlar; çok defa manası
iyi anlaşılmayan bu ‘milli’ kelimesi üzerine uzun uzun dil ve kalem savaşları
alıp yürür. Milli kelimesinin ‘millet’ isminden Arapça kaideye göre yapılmış ve
milletle ilgili şeyler hakkında bir sıfat olması pek tabidir; fakat, çokluk,
ondaki bu elle tutulur anlamın yerini pek kaypak, sınırları belirsiz bir anlam
alıyor.” (s. 189)
1950’LER TÜRKİYE’SİNDE FOLKLOR ÇALIŞMALARI
“Folklorun kurumsallaşma profiline
bakıldığında, 1950’lerden itibaren tecrübe edilen bir diğer gelişme artık,
‘turizmin’ folklorun yanında önemli bir tema olarak ortaya çıkıyor olmasıydı.
Cumhuriyet döneminin idari olarak Anadolu’da yeniden ele aldığı yerleşim
birimleri çerçevesinde özellikle bir dernekleşme faaliyeti gözle görülür bir
hale geldi. Bunlar, Van Turizm ve Folklor Derneği (1952), Kars Turizm ve
Tanıtma Derneği (1954), Konya Kültür ve Turizm Derneği ve Tekirdağ Şarköy
Turizm ve Tanıtma Derneği (1959) gibi derneklerdir. “ (s.194)
“…1955
yılında ‘İstişari Türk Folklor Kongresi’ adı altında bir konferans düzenlenmesi oldu. Aralarında
Mahmut Ragıp Gazimihal, Ahmet Kutsi Tecer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu,
Abdülkadir İnan, Vedat Nedim Tör, Behçet Kemal Çağlar, Şerif Baykurt, Cahit Öztelli,
İhsan Hınçer, Sadi Yaver Ataman, Halil Cemal Oğultürk ve Sevgi Babaoğlu’nunda
bulunduğu bir çok folklorcu bu konferansa katıldılar ve bazı kararlar aldılar.
Bu kararlardan en önemlisi milli bir Folklor Enstitüsünün kurulması için Milli
Eğitim Bakanlığı ve Üniversite senatolarına başvurulmasıydı. Ayrıca bir folklor
kütüphanesi oluşturulması ve halk oyunlarının filme alınması gibi konular da
konferansta görüşülen temalar arasındaydı.” (s. 195)
“Öğrencilerin
kurduğu folklor kurumları arasında, 1959 yılında açılan ‘Boğaziçi Üniversitesi
Folklor Kulübü’ nün de farklı türlere bünyesinde yer vermesi, halk oyunu ve
halk müziği gösterileri düzenlemesi ve Folklora
Doğru adlı düzenli bir yayını sürdürmesi bakımından anmak gerekir.” (s.
201)
“1961
yılında kurulan ‘Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halkbilimi Topluluğu’ da
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü gibi halk oyunlarının ve halk şarkılarının
araştırılması ve sergilenmesine önem verdi, seminerler, kurslar, sergiler ve
gösteriler düzenledi. Aynı zamanda, Anadolu’da çeşitli köylere ait
araştırmalara dair materyali arşivleyerek düzenli olarak Halkbilimi adlı bir dergi çıkardı.” (s. 206)
“1964
yılının Aralık ayında, bir grup Türk öğrencisinin girişimleriyle ‘Yüksek Tahsil
Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ adı altında bir geçiş dönemi
kurumlaşması yaşandı… ‘Yüksek Tahsil Gençliği Türk Folklor Ensitütüsü Kurma
Derneği’ adından da anlaşılacağı gibi, başka ülkelerdeki örnekleri de
inceleyerek bir Folklor Enstitüsünün nasıl kurulacağına dair raporlar
hazırlamayı amaçlıyordu. Bu doğrultuda, çeşitli sosyolog, psikolog ve
folklorcularla görüşmeler yapıldı ve Milli Eğitim, Turizm ve Maliye Bakanlıklarıyla
temasa geçildi… Bu hareketlenmenin bir sonucu olarak ‘Milli Folklor Enstitüsü’
1966 Nisan’ında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir birim olarak kuruldu.”
(s.210-211)
“Milli
Folklor Enstitüsü’nün kuruluş protokolünde Türkiye ve Türk dünyası ile ilgili
bir folklor arşivi kurmak, Türkiye Folklor Atlası,araştırma haritası, Folklor
Sözlüğü ve Folklor Ansiklopedisi meydana getirmek, folklorla ilgili
monografiler, bibliyografiler, anketler, kılavuz elkitapları, broşürler,
kataloglar, sözlükler, ansiklopediler, tanıtma yayınları, plak yayınları, kısa
filmler, antolojiler hazırlamak, konferanslar düzenlemek, halk oyunlarına ait
incelemeler yapmak ve yaptırmak gibi maddeler yer almaktaydı. Enstitü ayrıca,
bilimsel bir dergi yayınlamak, araştırma gezileri tertip etmek, folklor
müzeleriyle işbirliği yapmak, uluslar arası kongrelere katılmak, yurtiçi
kurumlarla haberleşmek ve malzeme alışverişinde bulunmak ve bir ihtisas
kitaplığı kurmayı da taahhüt ediyordu.” (s.211-212)
“Enstitü
beş temel bölümden oluşmaktaydı: (1) Manevi Kültür Bölümü (2) Maddi Kültür
Bölümü (3) Halk Edebiyatı Bölümü (4) Müzik ve Oyun bölümü (5) Kütüphane, Arşiv
ve Yayın Bölümü.” (s. 212)
Milli
Folklor Enstitüsü daha sonra Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel
Müdürlüğü adını almıştır.
HALK OYUNLARININ MİLLİLEŞMESİ
TÜRKİYE’DE FOLKLOR ARAŞTIRMALARI
İÇİN YENİ BİR GÜNDEME DOĞRU
“Modern
etnografi anlayışının, Türkiye’de Cumhuriyet dönemi içinde gelişen
‘tür-merkezcil folklor derlemeciliğinden’ önemli bir farkı vardır. Bu da
folkloru yalnızca bir ‘türleri belgeleme’ işlemi olarak görmemesi ve kültürel
bir form etrafında yoğunlaşsa bile o formun üretilme sürecinin tüm boyutları ve
aktörleriyle cemaat içinde nasıl tecrübe edildiğine, saha araştırmacısının
kendi kimliği ve deneyiminin anlatısını da katarak hikayelemesidir.” (s. 273)
*(Künye: 1. Baskı 1998, İletişim Yayınları, İstanbul.)